İsmi ilginç: Kiss to Frog. Masaldan esinlenmiş bir isim. Genç kızın öptüğü kurbağa gece yarısı bir prense dönüşebilir. Yeri Güzel: Rumelihisar’ında, eski vapur iskelesinin tam karşısında. İşletmecisi: Gül Etker. Sektörün eskilerinden. 2005’te ara verdiği işletmeciliğe dönüş yaptı.
Gül Etker,Kiss to Frog’u şöyle tanımlıyor: “Zorlamasız, samimi, keyif veren, müzikli, sıcak, sıradan olmayan, medeni, makul fiyatlı.”
Boğaz balık çağrıştırır. Onun için mönü deniz ağırlıklı olmalı. Öyle de olmuş. Gül Ekter mekanını tanımlamak için “Sea food brasserie” cümlesini kullanıyor. Oldukça kalabalık bir mönü önünüze konuyor. Doğru seçim yapmak zor. “Hangisini yesem acaba?” sorusu sürekli soruluyor.
Yemeklere geçmeden önce bir sorumu dillendiriyorum: Pazılı midyenin ve şaraplı midye tenceresinin midyeleri nereden geliyor? Çünkü midyeden korkarım. Her yerin hele İstanbul’un midyesi yenmez. Gül hanım, midyelerinin Çanakkale’nin akıntılı sularından toplandığını söylüyor.
Mönüden seçim yapmak için restoranın müdürü Aydın Koca’dan tavsiye almak lazım. Kendisini uzun süreden beri tanırım, bu işin uzmanlarındandır.
Yemek isimleri tahrik edici. İnsanın aklı karışıyor. İşe tarama ve somon havyarı ile başlıyorum. Taramanın lezzeti önemli bir göstergedir benim için. Herkes bu lezzeti tutturamaz. Tarama yüksek puan alırsa, diğerlerinin lezzetinden sual olmaz. Şef Yusuf Şahin, taramayı tam kıvamında yapmış. Zaten onun bu konudaki şöhretini duymuştum.
Narlı levrek Ceviche. Damağımda meyvemsi tatlar kaldı. Narla levrek birbirlerine çok yakışmışlar. Uyumlu iki sevgili gibi.
Denizden biraz uzaklaşıp, sahanda yumuşamış keçi peynirine ekmek bandım. Lezzetli bir başlangıç olmuş. Salatalar çeşit çeşit ama diğerleri daha cazip. Salataları başka sefere erteledim. Karides Nachos, Meksikalı bir denizci. Kıtır kıtır, acısı insaflı, esas nachosla yarışır bence. Nachos’un yaratıcısı İgnacio Anaya bunu tatsaydı mutlaka çok severdi.
Kızarmış kabuklu karides tam bana göre. Kabuklarını ayıklamadan, çıtır, çıtır ye. Kızarmış kabuk içinden daha lezzetli sanki. Karides tempura tam Japon işi. Yenecek yemek listesi uzun olmasa karnımı bununla doyururdum. Yine denize kısa bir ara verip, keçi peyniri ile doldurulmuş kabak çiçeği tempurayı araya soktum. Masa birden Ege koktu.
Tadılacak yemekler bitecek gibi değil. Hepsinden birer lokma alsam mide fesadına uğrarım. Ama şimdiye kadar gelenler öylesine lezzetli ki, henüz “yeter” diyemedim.
İşte otlu cızbız börek. Bana bir tane yetmedi, lütfen bir tane daha. Kıvırcık kalamara acı çok yakışmış. Sarmısaklı, beyaz peynirli sahanda karidesten çatalın ucuyla almam bile damağımın şenlenmesine yetti. Sonra bir Egeli daha: Bol otlu ahtapot ızgara.
Balıkçı da balık olmaz mı? Hem de en tazesi mevcut ama bu seferlik kalsın. Balığı her yerde yerim, mezeler için midede yere ihtiyaç var.
Dürümün içindeki istavritler, biraz önce kıyıdaki oltacılar tarafından tutulmuş. Çıtır çıtır, dayanılmaz. Fırından ton tataki, deniz mahsulleriyle tatlandırılmış lahmacunun çıkacağını bilmiyordum. Mönüye dikkatli bakmamanın sonuçları: Kum midyeli spagettiye, havyarla tatlandırılmış mürekkepli spagettiye ve karidesli fettuçiniye maalesef yer kalmadı. Halbuki ne kadar severim bu makarnaları. Onlarca çeşit suşi de bir daha ki sefere. Kalkarken bir acele masaya gelen kurbağa bacağından ise ancak bir ısırık alabildim.
Türk ve yabancı şaraplardan oluşan zengin şarap mönüsünde yazan rakamlar korkutucu değil. Hesap şişmesin diye yine de ölçülü tüketmek gerek.
Kiss The Frog’da lezzetli masalar sizi bekliyor.