Ülkemizde yazın gelmesiyle insanlar kendilerini sokaklara atarlar, özellikle sahil kesimlerinde akşam yemekleri havanın geç kararmaya başlamasıyla oldukça geç saatlere doğru kayar. İçki içenlerimiz güneşin ufukta alçalmasıyla çoğunlukla mezelerle donatılmış sofralarda günün ilk rakısından birkaç yudum alır. Bazılarımız da, özellikle İstanbul, Çeşme veya Bodrum’un “trendy” bar ve restoranlarında olanlarımız gün batımını yemek öncesi ellerinde bir kadeh aperitif ile karşılar. Bu kadehte de genellikle soğuk bir beyaz veya son birkaç yıldır moda olmasıyla serin bir roze şarap bulunur. Oysa aperitif dünyası bu iki renkli yaz şarabından çok daha zengindir.
Örneğin başka bir Akdeniz ülkesinde, İtalya’da olsaydık, batmakta olan güneşin kızıla boyadığı bir meydanda, bir “piazza”da akşam serinliğinin keyfini café’lerde çıkarmakta olan şık insanlara rastlayacaktık. İtalyanlar her daim nasıl bu kadar şık olabildiklerine akıl ermiyor, ama zaten konumuz da o değil. Masalardaki aperitiflerin içinde kıpkırmızı olanlar, kan portakalı olanlar ve kızıl kahveye çalanlar gözümüze çarpacaktı. Milanolu bar sahibi Gaspare Campari’nin 1860’lı yıllarda yarattığı kendi adını taşıyan içkinin sadece İtalya’da değil, bütün Akdeniz’de, hatta dünyada yeri hala bir başkadır. Özellikle bu satırların yazarı için! Onun için de bu haftaki yazı her yaz en az bir defa olduğu gibi Campari ve onunla yapılan kokteyller üzerine.
Her ne kadar acımtrak tadı dengelensin diye genellikle başka içkiler ile karıştırılsa da Campari içine sadece soda konarak da içilir, özellikle İtalya’da. En yaygın şekli ise deniz kenarında, havuz başında veya gün batımında bir ölçeğine üç (veya bilemedin dört) ölçek kendisine pek yakışan taze sıkılmış portakal suyu ile karıştırılmış halidir.
Campari’nin gene 19. yüzyılda Milanolu bir bar sahibi tarafından Torino’nun ünlü vermutu Martini ile buluşturulması fazla bir zaman almamış. Eş miktarda Campari ve Martini Rosso’nun buz ve biraz soda ilavesi ile olan haline ilk başta Milano-Torino, sonra Amerikalı turistler tarafından çok sevilmesinden olacak Americano adı verilmiş. Bu kokteyl hala klasik kokteyllerin en önemlilerinden biridir. Bir içkinin daha ilavesiyle en muhteşem kokteyllerden birisi halini alır, ama onun için yazının sonunu beklemelisiniz. İlk önce geçen hafta Hamburg’da rastladığım Campari ve yaratıldığı şehir Milano’nun adını taşıyan bir kokteylden daha bahsedeyim.
Campari Milano birer ölçek Campari ile cranberry juice (yaban mersini suyu) flüt kadehe konduktan sonra kadeh buz ve prosecco (İtalyan köpüklü şarabı) ile dolduruluyor. Bir iki yaprak nane ilavesiyle kadehinizde Campari ile nanenin eşsiz kokuları ve prosecco’nun cıvıl cıvıl baloncuklarıyla harika bir yaz kokteyli.
Americano’ya ve yirmili yılların Floransa’sına dönecek olursak, Negroni adında bir kont günün birinde uşağına bir kokteyl yapmasını söylemiş. Uşak elinde özenle hazırladığı Americano ile gelmiş, kont bir yudum almış, “ben daha kuvvetli bir içki istiyordum” diye dudak bükmüş. Uşak bir daha azar işitmemek için gitmiş Campari ve Martini Rosso’nun, yani Americano’nun içine kendi kendine “madem sert içki istiyorsun, al sana sert içki” diyerek (burasını ben uydurdum) bir de cin koymuş. Kont bu yeni içkiyi pek beğenmiş ve böylece neredeyse yüz yıl sonra bile sevilerek içilen ve kendi adıyla anılacak olan içki, kokteyllerin en güzellerinden Negroni bulunmuş. Negroni eşit miktarda Campari, Martini Rosso ve cin’in büyük bir viski bardağında (tumbler) bol buz ile karıştırılmasıyla yapılıyor. İçine isterseniz az miktarda soda da koyabilirsiniz, ama o Campari’ye çok yakışan portakalın bir dilimini kadehin içine atmayı sakın ihmal etmeyin.
Böylece bu yaz ki Negroni yazımı da yazmış oldum. Yakın zamana kadar kendi başıma içtiğim Negroni’de bana eşlik eden arkadaşlarımın sayısı tattıkça hızla artıyor. Gerçi Negroni’yi hala sevdiremediğim bir iki arkadaşım var (onlar kendilerini bilirler), ama neyse ki onlar da Campari Orange (portakal suyu) içerek bize eşlik ediyorlar.